Cuma, 18 Kasım 2011 01:27

Yunus Çengel

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

Bugünkü bilim herşeyin madde ve enerjiden ibaret olduğunu öngörüyor. Nevada Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Çengel ise tabiattaki herşeyin madde ve mana karışımı olduğunu söylüyor. Çengel, Einstein gibi gözlem ve muhakemeye dayandırdığı ve Elmas Teorisi adını verdiği teorisiyle bilimde çığır açmayı hedefliyor.


Yeni teori şu: “Dünyada her şey madde ve mânâ karışımıdır. Yani dünyada bir madde boyutu var. Fakat bir de madde olmayan bir sürü şey var.” Muhakeme ve gözleme dayalı Elmas Teorisi’nin müspet ilimlere tamamen uygun olduğunu söyleyen Çengel, Einstein’ın da 1905’te, yayınlarını, muhakemeye dayanarak yaptığını hatırlatıyor.

Elmasın, kurşun kalemlerde iç olarak kullandığımız grafit denen madde ve sobalarda yaktığımız kömürle aynı malzemeden olduğunu biliyor muydunuz? Peki o zaman, torbası 10 YTL’ye satılan kömür ile küçük bir parçasına dahi paha biçilemeyen elmasın farkı ne diye sorduğunuzu duyar gibi oluyoruz. Bilim adamları, elmas ile kömürü birbirinden ayıran özelliğin, elmasta karbon atomlarının düzlemsel bir tabaka yerine üç boyutlu bir kristal oluşturacak şekilde dizilmeleri ve pozisyon almalarında olduğunu söylüyor. Daha açık ifade edersek, toprak altında yani karanlıkta kömür ile elmas madeninin içerik olarak aslında hiçbir farkı yok. Fark, her ikisinin ışıkla buluşması ile ortaya çıkan durumda. Yani, elmasın, ışığı kömür gibi emmeyip, yansıtması ve ışıltılı bir hâl almasında. Ve insanların da bu ışıltılı hâle yüklediği mana ve anlamda. Çünkü elmasın paha biçilemeyen madde olması ve güzelliği de bizler için buradan geliyor. Işıltılı hâli bizler için bir anlam ifade etmeseydi, elmas da dünyanın en pahalı madenlerinden biri olmayacaktı.

Ancak bugünün bilim adamlarının genel görüşü, her şeyin kaynağının madde ve enerji olduğu yönünde. Dolayısıyla maddeye baktığımızda da temel yapısı itibariyle her atomda elektron, proton ve nötron bulunuyor. O zaman her şey elektron, proton ve nötrondan oluşuyor ve her şey madde ve enerjiye dönüşebiliyor. Bu anlayışa göre altın da, demir de, kömür, elmas ve taş da aynı şeyi ifade edecekti bizler için. Bir örnek daha verelim. Elimizde bir gül var. Üzeri de çamurlu. Gül ve çamuru laboratuvarda tahlil ettirdiğimizde her ikisinin temel yapısının da madde olarak tamamen aynı olduğu rapor edilecekti bize: Elektron, proton, nötron. Fakat gerçekte her ikisinin de farklı olduğunu biliyoruz. Çünkü gül bizim hislerimizi harekete geçirebilecek kadar güzelken, çamur tabiatta, kendisinden sakınılması gereken bir madde olarak bilinmektedir. Peki o zaman gül ile çamuru birbirinden ayıran ve bilimin ıskaladığı şey ne?

Yeni teori şu: “Dünyada her şey madde ve mânâ karışımıdır. Yani dünyada bir madde boyutu var. Fakat bir de madde olmayan bir sürü şey var.” İddiayı dile getiren isim ise Amerikan Nevada Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yunus Çengel. 20 yılı aşkın süredir ABD’de bilim adamı olarak çalışan Çengel, buna “Elmas Teorisi” diyor. Prof. Dr. Çengel, Elmas Teorisi’nin, bilimin gereği olan gözleme dayalı olduğunu ifade ediyor. Yıllarca gözlemlediklerini Elmas Teorisi ile dile getiren Çengel, böylece, birbiriyle küskün olan, hatta birbirinden uzak duran bilim ile dinin barışmasına katkı sağlamayı amaçlıyor. Barışırlarsa ne mi olacak? Yunus Çengel’in deyimiyle, bilimin önü daha da açılacak.

Duanın iyileşmeye etkisi inceleniyor

Amerika’da tıp bunu başarmış. Mesela daha önce kabul görmeyen akupunktur tam anlaşılamamış olsa da tıpta kullanılıyor. Bizde ‘kocakarı ilaçları’ olarak bilinen bitkisel ilaçlarla tedaviye de başlamış Amerikan tıp dünyası. Son gelinen noktada Pensilvanya Üniversitesi, araştırılacak konular arasına duayı da almış. Üniversite, duanın iyileşmeye etkisini inceleyecek. Ancak, Prof. Çengel’in söylediğine göre tıp biliminin kat ettiği yola karşılık fizik bu konuda hâlâ kör. Yani maddenin dışında bir şeyin varlığını kabul etmemeye direniyor. Çengel, geliştirdiği Elmas Teorisi’ne daha da açıklık getirmek için bu noktada bir örnek daha sunuyor: “Kitabı ele alalım. Kitabımızın ağırlığı 100 gram olsun. Bunun 99 gramı kağıt, 1 gramı mürekkepten müteşekkil. Ve yanda da yine 99 gram ağırlığında boş kağıt ile üzerine 1 gram mürekkep dökülmüş bir malzeme olsun. İkisini karşılaştırdığımızda, malzemesi tamamen aynı olmasına rağmen ikincisinin kitap olmadığını söyleyeceğiz. Demek ki kitabı kitap yapan mânâsıdır.”

Din ile bilimin birbirine küsmesi Osmanlı’nın son dönemlerine dayanıyor. Aslında din ile bilimin küskünlüğü kilisenin meselesi. Ancak Türk bilim dünyası da bu sorunla yıllarca boğuşmak durumunda kalmış. Ama bundan önce İslamiyet’te ilim ile din beraber yol almış. Hatta biri parlak olduğu zaman diğeri de en parlak devrini yaşamış. Bu uzun bir süre böyle devam etmiş.

Aslında bu kavganın Avrupalılar için haklı bir mücadele olduğunu söyleyen Çengel’e göre onların ilerlemesine engel olan Hıristiyanlıktı: “Çünkü kilisenin bilim üzerine muazzam bir tahakkümü vardı.” Bu aşamadan sonra Avrupa, bilimsel düşüncenin gelişmesi için dinden tamamen ayrılmaya karar verdi. Onlara göre din ile bilim bir arada gitmeyecekti. Bilimin özü sorgulamak, gözlemlemekti. Hıristiyanlıkta ise papaz ne derse o oluyordu.

Bilim önyargısız değil, dine karşı önyargılıdır

Devamını Yunus Çengel’den dinleyelim: “Avrupa Rönesans hareketi ile bunu aştı. Ama Avrupa’da bilim adamlarının muazzam bir kuyruk acısı vardır; bu bağnazlıktan, taassuptan, tahakkümden dolayı. O yüzden dine karşı belki bir kin, nefret, düşmanlık gibi hisler kaldı. Sonuçta bu ikisi ayrıldı ve bilim muazzam şekilde gelişti. Ama muhalif olarak gelişti. Hatta önyargı o kadar ilerledi ki, bugün inancı ima eden şeyler bile dışlanır. ABD’de bu konuda tartışmalar çıkıyor.”

Elmas Teorisi ile, yani varlıkların madde dışında bir de mânâ âlemleri olduğunun kabulü ile mühendislik âleminde yeni bir çığır açacağını, fizik dünyasında da çalkantıya sebep olacağını belirten Yunus Çengel, teori sayesinde insanların evrene, tabiata bakışının değişeceğini düşünüyor. Şu anda riayet edilen “Her şey madde ve enerjidir. Her şeyin kaynağı da madde ve enerjidir.” bakış açısının da bırakılacağını kaydediyor. Çünkü sunumunun müspet ilimlere tamamen uygun olduğunu, gözleme, muhakemeye dayandığını, müspet ilimlerde yerleşmiş hiçbir kurala aykırı bir durumun bulunmadığını söylüyor. Çengel teorisinin önünün açık olduğunu vurgulayarak şu örneği veriyor: “Einstein 1905’te, tamamen muhakemeye dayanarak yayınlarını yaptı. Şu anda 2005’teyiz. Birleşmiş Milletler 2005’i Fizik Yılı ilan etti. Sebebi de Einstein’ın sunduğu üç tane tebliğ. Einstein o zaman akademisyen bile değildi. O zaman uçuk gibi geldi insanlara. Fakat daha sonra bakıldığında hakikaten her şeyin uygun olduğu görüldü. Zaten Einstein’ın bir sözü var, ‘Eğer bir fikir başta saçma ve uçuk gelmiyorsa onun için ümit yok demektir.’ diye. Onun için Elmas Teorisi’ni anlamakta fizikçiler biraz zorlanacak. Felsefe uzmanları da bunu gayet iyi anlayacak.”

Yunus Çengel aslında jeotermal enerji, güneş enerjisi ve enerji tasarrufu gibi alanlarda uzman. Lisansüstü ve doktorasını ABD’de tamamlamış. 1980’den 2002’ye kadar, önce Kuzey Carolina Üniversitesi’nde, daha sonra Nevada Üniversitesi’nde dersler vermiş. Asıl çıkışını, 2002 yılında 4. baskısını gerçekleştiren, Çince, Japonca, Korece, İspanyolca, Türkçe, Farsça ve Yunancaya da çevrilen “Thermodynamics: An Engineering Approach” (Mühendislik Yaklaşımıyla Termodinamik) adlı kitabıyla yapmış ve ABD’de en çok tercih edilen mühendislik kitaplarının yazarı bir bilim adamı. Bunun dışında dört kitabı daha bulunan Çengel, 2002’den bu yana, istediği zaman Nevada Üniversitesi’nde ders verme hakkına sahip. 1955 yılında doğup büyüdüğü Kuşadası’nda, kendisini yeni kitaplar yazmaya, yayımlanmış kitaplarını yeni baskılar için hazırlamaya ve Türkiye’nin her tarafında konferanslar vermeye adamış biri.

Yunus Çengel, ilkokulu Kuşadası’nda okuduktan sonra ortaokul ve liseye Aydın’da devam eder. Aydın Lisesi’nde iken ikinci sınıfta TÜBİTAK’ın açtığı imtihanı kazanarak burs almaya hak kazanır. Bilim Teknik dergisi ile ilk defa bu vesileyle tanışır. “Aileden bir doktor çıksın.” baskılarına karşı, geleceğe yönelik heyecanlı bir meslek olur düşüncesiyle, fakat henüz tam ne olduğunu bilmediği mühendisliği tercih eder. Liseyi bitirdiği 1972’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Bölümü’ne girer.

İETT dersanesinde öğrenilen İngilizce

Tipik Türk eğitim sisteminin ürünü ile hayalindeki mühendislik farklı çıkınca, henüz birinci sınıfta iken okulunu bile değiştirmeyi düşünür. İmdadına 3. ve 4. sınıflarda verilen mesleki dersler yetişir ve okulda kalır. 1976’da öğrenci olayları sebebiyle üniversite bir yıl kapalı kaldığından, yedi kardeş içinde üniversiteyi bitiren tek çocuk olarak 1977’de İTÜ’den mezun olur. Okuldan geriye aklında ‘Hayal kırıklığı, eğitim sisteminin ruhsuzluğu, hocaların formaliteciliği yani dersi verip, bırakın başka kitaplar önermeyi, kendi dersinin bile kitabını öğrenciye aldırmayan, fotokopiler sayesinde, geçmiş yıllarda çıkan soru kalıplarının ezberlenmesi sonucu gelen bir mezuniyet’ kalmıştır. Öğrencilerinin muhakeme yönü çok gelişmiş olmayan, zaten gelişmesi teşvik edilmeyen bir eğitim düzenidir bu. Ama buna rağmen kaldığı ev ile kampüs arasındaki mesafede, İETT’de geçen 1 saatlik süreyi değerlendirerek kendi çabasıyla İngilizceyi öğrenir. Bir nevi ‘İETT dersanesi’ne gider.

Üniversiteyi bitirmesine yakın koridorda gözüne ilişen “Türkiye Demir Çelik İşletmeleri ABD’ye mastır için lisansüstü öğrenci gönderecektir.” ilânı, onun hayatının akışını tamamıyla değiştirir. 1977 Aralık ayında North Carolina State University’de lisans üstü eğitimine başlar: “ABD’ye gidince, bizde tabii iyi çocuk havası var. Derslerimize çalışacağız, hoca ne derse yapacağız. Amerika’da eğitim sistemi değişik ama sonuçta yine her şey size bağlı. İnisiyatif kullanma alışkanlığı kazanmadığımız için böyle bir şey yok.” Türk eğitim sisteminin izlerini üzerinden atması uzun süre mümkün olmaz.

İki yıllık eğitim süresinin sonlarına doğru gördüğü bir ilân yine hayatının akışını değiştirmeye yeter. Asistanlığa başvurur, kazanır. Güneş enerjisi dersinin asistanlığını yapar. “Bir şey yapınca en mükemmelini yapmak” prensibi, onun için, geleceği yönlendiren önemli bir meziyet olur. Güneş enerjisi dersinin iki hocası, normalde kendilerinin yapacağı işleri de bu genç asistanın yapması karşısında ondan çok memnun kalır ve üniversitede kalıcı olması talebinde bulunurlar Çengel’den. Bunun üzerine doktoraya başvurur. Bir tarafta burslu okuduğu Demir Çelik İşletmeleri’ne dönmek diğer tarafta da ABD’de kalıp akademik hayatını sürdürmek tercihleri vardır. Sınava girer, sonuçlar belli oluncaya kadar da Demir Çelik İşletmeleri’nde çalışmaya başlar: “Dönerken bir yandan da Demir Çelik’te çalışacağım için, yetkililer ‘Biz seni ABD’ye gönderdik. Sen şu an yüksek mühendissin. Artık senin fikirlerinden istifade edelim’ derlerse ben ne cevap vereceğim diye düşündüm. Yani gerçek hayata yönelik bir proje, düşünce geliştirmemişim. İnisiyatif kullanmamışım. Ondan sonra dedim ki ABD’deki bütün bu eğitimim boşunaymış.”

Yunus Çengel, beklediği cevap gelince 1980’de tekrar geri döner ABD’ye: “Döndüğümde bu kez dizginleri elime aldım. Dedim ki, ‘Bundan sonra iyi çocuk rolünü bırakıyorum. Artık sorgulayan, inisiyatif kullanan ve bunu saygı ve edep ölçüleri içinde yapan bir kişi olacağım.’ Ve benim hayatta üretici olmam 1980’de başladı. Ondan sonra zaten nereye el attıysam onu sorgulayarak, ölçerek, bakarak yapmaya başladım.” Yunus Çengel, yine koridorda yürürken hocalardan bir teklif daha alır. Bu sefer mühendisliğin en belalı derslerinden biri olan termodinamik dersi vermesi istenir ondan.

Yunus Çengel ABD’deki öğrencilerine verdiği termodinamik dersine çok iyi hazırlanır. Dersle ilgili, kütüphanelerde ilâve kaynaklar bulur, gerçek hayattan örneklerle dersini anlaşılır kılar. Bu çabasının sonucunu da, ABD’de sömestr sonunda yapılan ve bu sefer öğrencinin hocayı değerlendirmeye tabi tuttuğu demokratik bir uygulamada alır. Türkiye’de tartışmalara sebep olan sistem, ABD’de devlet üniversitelerinde dahi yıllardır uygulanmaktadır. Çünkü orada, öğrenciyi müşteri gibi gören üniversite, öğrenci tarafından sevilmeyen veya kalitesi düşük hocaların kendisine ‘müşteri’ kaybettireceği korkusunu yaşamaktadır. Amerikan sisteminde bir üniversitenin öğrenci kaybetmesi durumunda, Çengel’in ifade ettiği gibi, üniversite kapısına kilit vurmak zorunda kalır. Rektöre de hesap vermek düşer. Bu durumda Türkiye için YÖK’ün kulakları çınlasın demekten başka diyecek bir şey yok!

Sınavda hocaların öğrenci ile teması, derse hakimiyeti, anlatma kabiliyeti gibi özellikler öğrenciler tarafından not verilerek değerlendiriliyor. İlgili bölüm sekreterinin yürüttüğü işlemin neticeleri hocalara da bildiriliyor ve sonuca göre herkes kendisine çekidüzen veriyor. İşte, Yunus Çengel de, henüz daha doktora öğrencisi olmasına rağmen verdiği dersler nedeniyle sömestr sonunda değerlendirmeye tabi tutulduğunda, öğrencilerin oylarıyla “Karno” adı verilen mükemmellik ödülünü, bölüm tarihinde Dr. unvanı almadan kazanan ilk kişi olur. Sömestr sonunda öğrenciler tarafından yapılan değerlendirmede sorulan sorulardan biri de ders kitabı ile ilgilidir. Yunus Çengel’in kendi bölümü ile ilgili yapılan en önemli ve değişmeyen eleştiri ise “Hoca harika ama kitap rezil” olmaktadır. Prof. Çengel, öğrencinin rahat anlayabileceği şekilde bolca malzeme toplayıp dersini öyle yaptığından, sonunda elinde oldukça geniş bir kaynak biriktiğini fark eder. Hemen dört bölüm yazıp iki yayınevine gönderir. Yayınevleri de uzman kişilerden “termodinamik dersi böyle anlatılmalı” raporu karşısında onun kitabını basma yarışına girer: “İnisiyatif kullanmak burada önemli işte. Mesela 25 yaşına gelinceye kadar bizim haddimize mi düşmüş, onca yıllık hocaların yazdığı bir kitabı beğenmeyip sorgulamak diye düşünürdüm. Baktım ki mastırını bitirmiş birisi olarak onlardan daha iyisini yapabiliyoruz. Bu bana müthiş bir özgüven verdi. Dönüm noktası oldu benim için.”

7 dile çevrilen ders kitabı

Sonuçta Çengel’in McGraw-Hill tarafından 1989’da basılan Mühendislik Yaklaşımı ile Termodinamik kitabı, sahasında piyasadaki kemikleşmiş kitaplardan daha fazla ilgi uyandırır ve yedi dile çevrilerek uluslararası bir başarı yakalar: “Kitap şu anda ABD’de ve dünyada bir numara. Benim felsefem şuydu. Ders kitapları öğrenciler içindir, hoca için değil. Bunun için bayağı bir ilgi gördü. Ve bu da şu intibaı verdi. Türkiye’den çıkan birisi kendi konusunda dünyada lider olabiliyor. Karamsarlığa hiç gerek yok. Yeter ki düzgün prensipler edinilsin, sebat edilsin ve de mükemmellikten taviz verilmesin.”

1984’te doktorasını bitiren Çengel, mezun olduğu okul değil de Nevada Üniversitesi’nde göreve başlar. Çünkü Amerika’da önemli bir anlayış da üniversitelerin kendi mezunlarını hoca olarak barındırmamalarıdır. Çengel, bunun altında yatan sebebi şöyle açıklıyor: “Birincisi, üniversiteye yeni fikirler gelsin amacı güdülür. Ayrıca, doktorada mezun olmuş öğrencisi başka üniversitelerde hoca olarak işe alınırsa, bizim ürünümüz demek ki para ediyor diye düşünülmektedir.”

1985’ten 2002’ye kadar Nevada Üniversitesi’nde ders veren Yunus Çengel, Amerikan üniversitelerinde yaygın olan her 6 yılda 1 sene ücretli izin hakkını da kitap yazmak üzere kullanır. Uygulamanın amacı, hocanın çalışmaları varsa, hocayı yüklerinden arındırmak, yoksa, kendisini yenileyip tazelenmesini sağlayacak süreyi ona temin etmektir.

2002’de, istediği zaman ders verme hakkı baki kalmak üzere Nevada Üniversitesi’nden emekli olan ve çocuklarının İslam ve Türk kültüründen uzak kalmaması için Türkiye’ye dönen Çengel, şimdilerde hem Elmas Teorisi üzerine, hem de yazmış olduğu Termodinamik ve Isı Transferine Giriş, Isı Transferi: Pratik Bir Yaklaşım, Isıl-Akışkan Bilimlerin Esasları ve Akışkanlar Mekaniği adlı kitaplarının yeni baskıları üzerinde çalışmakla meşgul.

ASME (Amerikan Makine Mühendisleri Birliği) ve ASEE’nin (Amerikan Mühendislik Eğitimi Birliği) üyesi olan Yunus Çengel’in asıl ilgi alanı enerji. Mükemmel Mühendislik Kitabı Yazımı nedeniyle ASEE tarafından verilen Seçkin Yazar Ödülü’nü 1992 ve 2000 yıllarında alan ve bu ödülü tarihinde iki kez kazanan tek kişi olan Çengel, Enerji Bakanlığı’nın rakamları ile Türkiye’nin enerjide nerede ise dörtte üçünün dışa bağımlı olduğunu, halbuki iç kaynakların harekete geçirilmesi ile bunun çok rahat karşılanabileceğini söylüyor. Enerji Bakanlığı’nın gündeminde yer alan 4-5 nükleer santral yapımına harcanacak meblağın 10 milyar doları bulacağını, aslında buna hiç gerek olmadığını, çünkü Türkiye’nin alternatif ve yenilenebilir doğal enerji kaynaklarına sahip olduğunu ifade ediyor.

2004 rakamları ile Türkiye’nin kullandığı elektrik miktarı 150 milyar kw/saat. Buna rağmen kurulu gücü ancak 37 bin MG (mega watt). Çengel, Türkiye’nin kömür kaynaklarının sonsuz denecek kadar fazla olduğunu, kirliliği sebebiyle onu göz ardı etsek dahi, Türkiye’de kullanılmayan hidrolik enerji ile bile tüm bu ihtiyacın karşılanabileceğini söylüyor. Üstelik bunlar Enerji Bakanlığı’nın bildiği ve etüdünü yaptığı veriler. Yunus Çengel, bunların dışında, Türkiye’de hiç kullanılmayan 4 bin 500 MG gücünde jeotermal enerji kaynağı da bulunduğunu, keza, 83 bin Kw/saat rüzgar enerjisinin bile Türkiye’nin ürettiği 37 bin mega watt rakamını çok rahat karşılayabileceğini hatırlatıyor. Sonra kayıp-kaçak oranı dünyada ortalama yüzde 8’ler civarında iken Türkiye’de yüzde 22. Bunun yarıya indirilmesi halinde dahi 4 bin mega watt enerjinin elde kalacağını söyleyen Çengel, böylece 10 milyar dolar harcanarak elde edilmesi planlanan 5 bin MG enerji üretecek nükleer santrale ihtiyaç duyulmayacağını söylüyor.

Pek bilinmeyen enerji çeşidi: Tasarruf

Yunus Hoca’nın dikkatimize sunduğu önemli bir enerji kaynağı daha var. ‘Keşfedilmeyi bekleyen tükenmez enerji kaynağı’ olarak sunduğu, Türk halkının pek bilmediği bu enerji çeşidi de tasarruf. Çengel, 1970’lerde Arap ülkelerinin uyguladığı petrol ambargosu sayesinde Amerikalıların tasarrufu öğrendiğini anlatarak, Amerika’nın, eğer o tasarruf tedbirlerini almasa idi bugün kullandığı enerjinin yüzde 80 daha fazlasını kullanacağını söylüyor. Tasarruf sonucunda Amerika’da inşaatına başlanan 107 bin megawat kapasiteli 97 nükleer santral yapımı da iptal edilmiş. Türkiye ise ABD’nin 1970’lerde yaptığı hatayı tekrarlamak üzere.

Peki tasarruf nasıl yapılıyor? Önce ev ve işyerlerinde kullanılan ve Avrupa ve Amerika verilerine göre Türkiye’de 2-3 kat daha fazla olan metrekare başına enerji kullanımı yarıya düşürülebilir. Bunun için önce tasarruf ampulleri kullanmakla işe başlamak gerekiyor. Sonraki ve en önemli tasarruf kaynağı izolasyon. ABD’de tüm duvarlar izolasyonlu olmak durumunda. Yoksa belediye inşaata izin vermiyor. ABD’nin izolasyondan yıllık tasarrufu 177 milyar dolar. Türkiye’de çift cam kullanımına geçilmesinin dahi önemli bir tasarruf sağladığını söyleyen Çengel, burada halkı uyarma ve bilgilendirme konusunda üniversiteleri de göreve çağırıyor ve bir seferberlik başlatılmasının şart olduğunu vurguluyor.

Son sözü yine Türkiye’de okuyup ABD’de doktora yapan ve akademik hayatında başarılara imza atan, Elmas Teorisi’ni geliştiren Türk profesör Çengel’e bırakalım: “Türkiye’de bence en büyük israf beyin gücü israfı. Bunu önlemenin de yolu istişareyi esas almak, gerçek demokrasiyi tesis etmek. Türkiye’de saltanatın yıkılması lazım. Ruhu hâlâ Türkiye’ye hükmediyor. O yüzden bu AB süreci çok önemli. Bu süreçte biz demokrat olmayı öğreneceğiz. Sonra Türkiye kendi beyin gücünü keşfedecek.”

Aksiyon

Prof. Dr. Yunus Çengel'in geçtiğimiz ay Sivas Gökmedrese'de verdiği konferansın sunusunu indirmek için tıklayın. Yakında inşallah konferansı mp3 formatında burada bulacaksınız...

http://www.dailymotion.com/video/xfcnh1_mucize-ve-fizik-kanunlary-prof-dr-yunus-cengel-1_news

Okunma 4515 kez Son Düzenlenme Perşembe, 26 Nisan 2012 11:46
Bu kategorideki diğerleri: « Behram Kurşunoğlu Feza Gürsey »