Cüneyt Hocam

Cüneyt Hocam

Cuma, 18 Kasım 2011 01:30

Feza Gürsey





7 Nisan 1921’de İstanbul’da doğdu. Babası askeri doktor Ahmet Reşit Gürsey, annesi ise Türkiye *****huriyeti'nin öncü bilim kadınlarından kimyager Remziye Hisar'dır. Anne-babasının çocuklarının eğitimi üzerine titizlikle eğilmesi ve küçük yaşta İstanbul aydın çevresinin içinde yer almak onun çok yönlü ve sanata düşkün kişiliğinin oluşmasını sağladı.



Feza Gürsey Galatasaray Lisesi'ndeki eğitimini 1940 yılında tamamladı. 1944 yılında da İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik–Fizik Dalı'ndan mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’ndeki fizik asistanlığı sırasında M.E.B. tarafından yapılan sınavı kazanarak İngiltere’de Imperial College’de doktora yapma imkanını elde etti. Kuaterniyonların alan teorisine uygulanmaları konusunda yaptığı ve 1950'de tamamladığı çalışması, bilim dünyasında uyandırdığı yankıların yanısıra, onun için de yaşam boyu sürecek bir araştırma ilgisinin odak noktası oldu.
Feza Gürsey 1950-51 yılları arasında Cambridge Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmalar yaptıktan sonra 1951'de İstanbul Üniversitesi'ne fizik asistanı olarak tayin edildi. 1952'de kendisiyle birlikte fizik asistanlığı yapmakta olan Suha Pamir ile evlendi. Bu evlilikten Yusuf isminde bir çocukları oldu.
1953'de İstanbul Üniversitesi’nden doçent unvanını aldı. 1954-61 yılları arasında süre öğretim üyeliği boyunca Türk bilim tarihinin ilk ve son Teorik Fizik Kürsüsü'nün temelini oluşturan iki öğretim üyesinden biri olarak kürsünün geleceğini hazırlamıştı. Bu arada 1957-61 yılları arasında Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda, Princeton Üniversitesi'nde İleri Araştırma Enstitüsü'nde ve Columbia Üniversitesi'nde araştırmalar yapmış olan Feza Gürsey'in bu dönemi onun bilimsel açıdan en verimli dönemlerinden biri olmuş, bu sırada ona hayatının sonuna kadar hayranlık duyan ve onu destekleyen Nobel Fizik Ödülü sahibi Wolfgang Pauli ile, atom bombasının babası olarak bilinen J.R. Oppenheimer ile, yine Nobel Ödüllü fizikçiler olan E. Wigner, T.D. Lee ve C.N. Yang ile tanışmış, onlarla dostluklar kurmuştu.
Feza Gürsey, 1961'de sağladığı uluslararası üne ve önünde açılan yurtdışı prestijli iş olanaklarına rağmen yurda döndü ve ODTÜ’nün sunduğu profesörlük unvanını kabul ederek ODTÜ Teorik Fizik Bölümü'nün kurulmasında önemli bir rol üstlendi.
1960'lı yıllarda Kiral Bakışım Kuralını ortaya koyarak uzay-zaman bakışımı çalışmalarının genişletilmesine ön ayak olan Gürsey, kuantum renk dinamiği kuramı çevçevesinde çalışmalara imza atmıştır.
1974 yılına kadar ODTÜ'de ve Yale Üniversitesinde dönüşümlü olarak öğretim üyeliği görevine devam eden Feza Gürsey, sayısız öğrenci yetiştirdi ve etkin bir araştırma grubu kurdu. 1974'de Yale Üniversitesi'nde kürsü başkanlığına getirildi. 1990'lı yıllarda emekli olarak Türkiye'ye dönmeye hazırlanırken prostat kanserine yakalandı. Feza Gürsey, bu hastalıktan 13 Nisan 1992'de A.B.D.'nin New Haven kentinde hayata gözlerini kapattı.
1993'te Ankara'da kurulan Türkiye'nin ilk bilim merkezine adı verilmiştir.

Fiziğe katkıları
Amerikan Fizik Derneği'nin çıkardığı 'Physics Today' dergisinin Mart 1993 sayısında, Yale Üniversitesi Fizik Bölümü'nden çalışma arkadaşları Prof. S.W. MacDowell ve Prof. C.M. Sommerfield'in yazdıkları anma yazısından kısaltılan aşağıdaki bölüm, Feza Gürsey'in fiziğe olan katkılarını ve yurt dışında gördüğü saygınlığı çok iyi anlatır:
"Yale Üniversitesi'nde J. Willard Gibbs Emeritus Profesörü Feza Gürsey 13 Nisan 1992'de 71 yaşında hayata veda etti. Kendisi fiziksel problemlerde kullandığı matematiksel yöntemlerin (özellikle grup teorisi) özgünlüğü, zerafeti ve etkililiği ile hem de çok sayıdaki öğrencisi ile gayet yakından ilgilenen olağanüstü bir hoca olarak hatırlanacak...
"Feza'nın temel parçacıkların grup teoretik özellikleri ve kuvvetli ve zayıf etkileşmelerin simetrileri hakkındaki ilk çalışmaları hemen ilgi çekti. Bunlarda kuvvetli etkileşmelerin 'kiral' adı verilen yeni bir simetrisi bulunduğu ilk defa öneriliyordu: Bu simetri son ve tam şeklini daha sonra meşhur lineer olmayan sigma modeli çerçevesinde buldu...
"1962 yazında Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda Luigi Radicati ile beraber kuvvetli etkileşmelerin spin ve üniter spinden bağımsızlıkları hakkında bir makale yazdı. Bunda SU(6) grubunun kuarklar için alçak enerjilerde geçerli bir yaklaşık simetri grubu olduğu ortaya konuyordu. Bu makalenin temel parçacıklar fiziğinde çok büyük ve kalıcı bir etkisi oldu...
"Feza, bütün temel parçacık etkileşmelerini birleştirmeye aday teorilerin kurulmasına, E(6) ve E(7) gruplarına dayanan simetrileri önererek çok önemli bir katkı yaptı. Bu, istisnai Lie gruplarının fizikte ilk kullanılışları oluyordu. Feza'nın matematiksel fiziğe katkıları derin ve yenilik getirici cinstendi...
"Mesela savunduğu kuaterniyonlara dayalı analitik fonksiyonların ayar teorilerinde kullanılması fikri, multi-instanton probleminin çözümünde daha sonra uygulandı. Derin ve geniş matematik bilgisini, fizikçiler ve matematikçilerin arasındaki iletişim kopukluğunu gidermek için kullandı. Özellikle Yale'de fizik ve matematik bölümleri arasında canlı bir alışveriş kurulmasında kuvvetli etkisi oldu...
"Fizik ve matematik Feza'nın ilk aşklarıydı.Fakat o aslında çok daha geniş ilgileri olan bir insandı. Engin tarih bilgisi hem fizik ve matematiğin tarihini, hem de Ortadoğu'nun geçmişini ve geleneklerini kapsıyordu. Merakları edebiyat ve sanat dallarına, dünya olaylarına ve üçüncü dünya ülkelerinin adalet ve kalkınma arayışlarında çektikleri zorluklara kadar uzanıyordu...
"Ölümü bütün fizik camiası için çok büyük bir kayıp oldu; fakat Feza'nın bıraktığı miras dostları ve gelecek fizikçi nesilleri arasında yaşamaya devam edecek."

Ödülleri
1969 Tübitak Bilim Ödülü
1977 S. Glashow ile birlikte J.R. Oppenheimer Ödülü ; R. Griffiths ile Doğa Bilimlerinde A. Cressey Morrison Ödülü
1979 Einstein Madalyası
1981 College de France’da konuk profesör ve College de France Madalyası
1984 İtalya *****huriyeti'nce verilen Commendatore unvanı
1986 Roma'da Konuk Profesörlük ödülü
1989 Türk Amerikan Bilimcileri ve Mühendisleri Derneğinin Seçkin Bilimci Ödülü
1990 Galatasaray Vakfı Madalyası

Eserleri
Itzhak Bars; Alan Chodos; Chia-Hsiung Tze; Feza Gürsey, Symmetries in particle physics, New York 1984, ISBN 0306418010

Feza Gürsey Enstitüsü : http://www.gursey.gov.tr/
Feza Gürsey'in TÜBİTAK Bilim Teknik Dergisinde çıkan konuşmasından bir bölüm : http://fry.freezope.org/feza_gursey/

Kaynak: Vikipedi
Cuma, 18 Kasım 2011 01:27

Yunus Çengel

Bugünkü bilim herşeyin madde ve enerjiden ibaret olduğunu öngörüyor. Nevada Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Çengel ise tabiattaki herşeyin madde ve mana karışımı olduğunu söylüyor. Çengel, Einstein gibi gözlem ve muhakemeye dayandırdığı ve Elmas Teorisi adını verdiği teorisiyle bilimde çığır açmayı hedefliyor.


Yeni teori şu: “Dünyada her şey madde ve mânâ karışımıdır. Yani dünyada bir madde boyutu var. Fakat bir de madde olmayan bir sürü şey var.” Muhakeme ve gözleme dayalı Elmas Teorisi’nin müspet ilimlere tamamen uygun olduğunu söyleyen Çengel, Einstein’ın da 1905’te, yayınlarını, muhakemeye dayanarak yaptığını hatırlatıyor.

Elmasın, kurşun kalemlerde iç olarak kullandığımız grafit denen madde ve sobalarda yaktığımız kömürle aynı malzemeden olduğunu biliyor muydunuz? Peki o zaman, torbası 10 YTL’ye satılan kömür ile küçük bir parçasına dahi paha biçilemeyen elmasın farkı ne diye sorduğunuzu duyar gibi oluyoruz. Bilim adamları, elmas ile kömürü birbirinden ayıran özelliğin, elmasta karbon atomlarının düzlemsel bir tabaka yerine üç boyutlu bir kristal oluşturacak şekilde dizilmeleri ve pozisyon almalarında olduğunu söylüyor. Daha açık ifade edersek, toprak altında yani karanlıkta kömür ile elmas madeninin içerik olarak aslında hiçbir farkı yok. Fark, her ikisinin ışıkla buluşması ile ortaya çıkan durumda. Yani, elmasın, ışığı kömür gibi emmeyip, yansıtması ve ışıltılı bir hâl almasında. Ve insanların da bu ışıltılı hâle yüklediği mana ve anlamda. Çünkü elmasın paha biçilemeyen madde olması ve güzelliği de bizler için buradan geliyor. Işıltılı hâli bizler için bir anlam ifade etmeseydi, elmas da dünyanın en pahalı madenlerinden biri olmayacaktı.

Ancak bugünün bilim adamlarının genel görüşü, her şeyin kaynağının madde ve enerji olduğu yönünde. Dolayısıyla maddeye baktığımızda da temel yapısı itibariyle her atomda elektron, proton ve nötron bulunuyor. O zaman her şey elektron, proton ve nötrondan oluşuyor ve her şey madde ve enerjiye dönüşebiliyor. Bu anlayışa göre altın da, demir de, kömür, elmas ve taş da aynı şeyi ifade edecekti bizler için. Bir örnek daha verelim. Elimizde bir gül var. Üzeri de çamurlu. Gül ve çamuru laboratuvarda tahlil ettirdiğimizde her ikisinin temel yapısının da madde olarak tamamen aynı olduğu rapor edilecekti bize: Elektron, proton, nötron. Fakat gerçekte her ikisinin de farklı olduğunu biliyoruz. Çünkü gül bizim hislerimizi harekete geçirebilecek kadar güzelken, çamur tabiatta, kendisinden sakınılması gereken bir madde olarak bilinmektedir. Peki o zaman gül ile çamuru birbirinden ayıran ve bilimin ıskaladığı şey ne?

Yeni teori şu: “Dünyada her şey madde ve mânâ karışımıdır. Yani dünyada bir madde boyutu var. Fakat bir de madde olmayan bir sürü şey var.” İddiayı dile getiren isim ise Amerikan Nevada Üniversitesi eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yunus Çengel. 20 yılı aşkın süredir ABD’de bilim adamı olarak çalışan Çengel, buna “Elmas Teorisi” diyor. Prof. Dr. Çengel, Elmas Teorisi’nin, bilimin gereği olan gözleme dayalı olduğunu ifade ediyor. Yıllarca gözlemlediklerini Elmas Teorisi ile dile getiren Çengel, böylece, birbiriyle küskün olan, hatta birbirinden uzak duran bilim ile dinin barışmasına katkı sağlamayı amaçlıyor. Barışırlarsa ne mi olacak? Yunus Çengel’in deyimiyle, bilimin önü daha da açılacak.

Duanın iyileşmeye etkisi inceleniyor

Amerika’da tıp bunu başarmış. Mesela daha önce kabul görmeyen akupunktur tam anlaşılamamış olsa da tıpta kullanılıyor. Bizde ‘kocakarı ilaçları’ olarak bilinen bitkisel ilaçlarla tedaviye de başlamış Amerikan tıp dünyası. Son gelinen noktada Pensilvanya Üniversitesi, araştırılacak konular arasına duayı da almış. Üniversite, duanın iyileşmeye etkisini inceleyecek. Ancak, Prof. Çengel’in söylediğine göre tıp biliminin kat ettiği yola karşılık fizik bu konuda hâlâ kör. Yani maddenin dışında bir şeyin varlığını kabul etmemeye direniyor. Çengel, geliştirdiği Elmas Teorisi’ne daha da açıklık getirmek için bu noktada bir örnek daha sunuyor: “Kitabı ele alalım. Kitabımızın ağırlığı 100 gram olsun. Bunun 99 gramı kağıt, 1 gramı mürekkepten müteşekkil. Ve yanda da yine 99 gram ağırlığında boş kağıt ile üzerine 1 gram mürekkep dökülmüş bir malzeme olsun. İkisini karşılaştırdığımızda, malzemesi tamamen aynı olmasına rağmen ikincisinin kitap olmadığını söyleyeceğiz. Demek ki kitabı kitap yapan mânâsıdır.”

Din ile bilimin birbirine küsmesi Osmanlı’nın son dönemlerine dayanıyor. Aslında din ile bilimin küskünlüğü kilisenin meselesi. Ancak Türk bilim dünyası da bu sorunla yıllarca boğuşmak durumunda kalmış. Ama bundan önce İslamiyet’te ilim ile din beraber yol almış. Hatta biri parlak olduğu zaman diğeri de en parlak devrini yaşamış. Bu uzun bir süre böyle devam etmiş.

Aslında bu kavganın Avrupalılar için haklı bir mücadele olduğunu söyleyen Çengel’e göre onların ilerlemesine engel olan Hıristiyanlıktı: “Çünkü kilisenin bilim üzerine muazzam bir tahakkümü vardı.” Bu aşamadan sonra Avrupa, bilimsel düşüncenin gelişmesi için dinden tamamen ayrılmaya karar verdi. Onlara göre din ile bilim bir arada gitmeyecekti. Bilimin özü sorgulamak, gözlemlemekti. Hıristiyanlıkta ise papaz ne derse o oluyordu.

Bilim önyargısız değil, dine karşı önyargılıdır

Devamını Yunus Çengel’den dinleyelim: “Avrupa Rönesans hareketi ile bunu aştı. Ama Avrupa’da bilim adamlarının muazzam bir kuyruk acısı vardır; bu bağnazlıktan, taassuptan, tahakkümden dolayı. O yüzden dine karşı belki bir kin, nefret, düşmanlık gibi hisler kaldı. Sonuçta bu ikisi ayrıldı ve bilim muazzam şekilde gelişti. Ama muhalif olarak gelişti. Hatta önyargı o kadar ilerledi ki, bugün inancı ima eden şeyler bile dışlanır. ABD’de bu konuda tartışmalar çıkıyor.”

Elmas Teorisi ile, yani varlıkların madde dışında bir de mânâ âlemleri olduğunun kabulü ile mühendislik âleminde yeni bir çığır açacağını, fizik dünyasında da çalkantıya sebep olacağını belirten Yunus Çengel, teori sayesinde insanların evrene, tabiata bakışının değişeceğini düşünüyor. Şu anda riayet edilen “Her şey madde ve enerjidir. Her şeyin kaynağı da madde ve enerjidir.” bakış açısının da bırakılacağını kaydediyor. Çünkü sunumunun müspet ilimlere tamamen uygun olduğunu, gözleme, muhakemeye dayandığını, müspet ilimlerde yerleşmiş hiçbir kurala aykırı bir durumun bulunmadığını söylüyor. Çengel teorisinin önünün açık olduğunu vurgulayarak şu örneği veriyor: “Einstein 1905’te, tamamen muhakemeye dayanarak yayınlarını yaptı. Şu anda 2005’teyiz. Birleşmiş Milletler 2005’i Fizik Yılı ilan etti. Sebebi de Einstein’ın sunduğu üç tane tebliğ. Einstein o zaman akademisyen bile değildi. O zaman uçuk gibi geldi insanlara. Fakat daha sonra bakıldığında hakikaten her şeyin uygun olduğu görüldü. Zaten Einstein’ın bir sözü var, ‘Eğer bir fikir başta saçma ve uçuk gelmiyorsa onun için ümit yok demektir.’ diye. Onun için Elmas Teorisi’ni anlamakta fizikçiler biraz zorlanacak. Felsefe uzmanları da bunu gayet iyi anlayacak.”

Yunus Çengel aslında jeotermal enerji, güneş enerjisi ve enerji tasarrufu gibi alanlarda uzman. Lisansüstü ve doktorasını ABD’de tamamlamış. 1980’den 2002’ye kadar, önce Kuzey Carolina Üniversitesi’nde, daha sonra Nevada Üniversitesi’nde dersler vermiş. Asıl çıkışını, 2002 yılında 4. baskısını gerçekleştiren, Çince, Japonca, Korece, İspanyolca, Türkçe, Farsça ve Yunancaya da çevrilen “Thermodynamics: An Engineering Approach” (Mühendislik Yaklaşımıyla Termodinamik) adlı kitabıyla yapmış ve ABD’de en çok tercih edilen mühendislik kitaplarının yazarı bir bilim adamı. Bunun dışında dört kitabı daha bulunan Çengel, 2002’den bu yana, istediği zaman Nevada Üniversitesi’nde ders verme hakkına sahip. 1955 yılında doğup büyüdüğü Kuşadası’nda, kendisini yeni kitaplar yazmaya, yayımlanmış kitaplarını yeni baskılar için hazırlamaya ve Türkiye’nin her tarafında konferanslar vermeye adamış biri.

Yunus Çengel, ilkokulu Kuşadası’nda okuduktan sonra ortaokul ve liseye Aydın’da devam eder. Aydın Lisesi’nde iken ikinci sınıfta TÜBİTAK’ın açtığı imtihanı kazanarak burs almaya hak kazanır. Bilim Teknik dergisi ile ilk defa bu vesileyle tanışır. “Aileden bir doktor çıksın.” baskılarına karşı, geleceğe yönelik heyecanlı bir meslek olur düşüncesiyle, fakat henüz tam ne olduğunu bilmediği mühendisliği tercih eder. Liseyi bitirdiği 1972’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Bölümü’ne girer.

İETT dersanesinde öğrenilen İngilizce

Tipik Türk eğitim sisteminin ürünü ile hayalindeki mühendislik farklı çıkınca, henüz birinci sınıfta iken okulunu bile değiştirmeyi düşünür. İmdadına 3. ve 4. sınıflarda verilen mesleki dersler yetişir ve okulda kalır. 1976’da öğrenci olayları sebebiyle üniversite bir yıl kapalı kaldığından, yedi kardeş içinde üniversiteyi bitiren tek çocuk olarak 1977’de İTÜ’den mezun olur. Okuldan geriye aklında ‘Hayal kırıklığı, eğitim sisteminin ruhsuzluğu, hocaların formaliteciliği yani dersi verip, bırakın başka kitaplar önermeyi, kendi dersinin bile kitabını öğrenciye aldırmayan, fotokopiler sayesinde, geçmiş yıllarda çıkan soru kalıplarının ezberlenmesi sonucu gelen bir mezuniyet’ kalmıştır. Öğrencilerinin muhakeme yönü çok gelişmiş olmayan, zaten gelişmesi teşvik edilmeyen bir eğitim düzenidir bu. Ama buna rağmen kaldığı ev ile kampüs arasındaki mesafede, İETT’de geçen 1 saatlik süreyi değerlendirerek kendi çabasıyla İngilizceyi öğrenir. Bir nevi ‘İETT dersanesi’ne gider.

Üniversiteyi bitirmesine yakın koridorda gözüne ilişen “Türkiye Demir Çelik İşletmeleri ABD’ye mastır için lisansüstü öğrenci gönderecektir.” ilânı, onun hayatının akışını tamamıyla değiştirir. 1977 Aralık ayında North Carolina State University’de lisans üstü eğitimine başlar: “ABD’ye gidince, bizde tabii iyi çocuk havası var. Derslerimize çalışacağız, hoca ne derse yapacağız. Amerika’da eğitim sistemi değişik ama sonuçta yine her şey size bağlı. İnisiyatif kullanma alışkanlığı kazanmadığımız için böyle bir şey yok.” Türk eğitim sisteminin izlerini üzerinden atması uzun süre mümkün olmaz.

İki yıllık eğitim süresinin sonlarına doğru gördüğü bir ilân yine hayatının akışını değiştirmeye yeter. Asistanlığa başvurur, kazanır. Güneş enerjisi dersinin asistanlığını yapar. “Bir şey yapınca en mükemmelini yapmak” prensibi, onun için, geleceği yönlendiren önemli bir meziyet olur. Güneş enerjisi dersinin iki hocası, normalde kendilerinin yapacağı işleri de bu genç asistanın yapması karşısında ondan çok memnun kalır ve üniversitede kalıcı olması talebinde bulunurlar Çengel’den. Bunun üzerine doktoraya başvurur. Bir tarafta burslu okuduğu Demir Çelik İşletmeleri’ne dönmek diğer tarafta da ABD’de kalıp akademik hayatını sürdürmek tercihleri vardır. Sınava girer, sonuçlar belli oluncaya kadar da Demir Çelik İşletmeleri’nde çalışmaya başlar: “Dönerken bir yandan da Demir Çelik’te çalışacağım için, yetkililer ‘Biz seni ABD’ye gönderdik. Sen şu an yüksek mühendissin. Artık senin fikirlerinden istifade edelim’ derlerse ben ne cevap vereceğim diye düşündüm. Yani gerçek hayata yönelik bir proje, düşünce geliştirmemişim. İnisiyatif kullanmamışım. Ondan sonra dedim ki ABD’deki bütün bu eğitimim boşunaymış.”

Yunus Çengel, beklediği cevap gelince 1980’de tekrar geri döner ABD’ye: “Döndüğümde bu kez dizginleri elime aldım. Dedim ki, ‘Bundan sonra iyi çocuk rolünü bırakıyorum. Artık sorgulayan, inisiyatif kullanan ve bunu saygı ve edep ölçüleri içinde yapan bir kişi olacağım.’ Ve benim hayatta üretici olmam 1980’de başladı. Ondan sonra zaten nereye el attıysam onu sorgulayarak, ölçerek, bakarak yapmaya başladım.” Yunus Çengel, yine koridorda yürürken hocalardan bir teklif daha alır. Bu sefer mühendisliğin en belalı derslerinden biri olan termodinamik dersi vermesi istenir ondan.

Yunus Çengel ABD’deki öğrencilerine verdiği termodinamik dersine çok iyi hazırlanır. Dersle ilgili, kütüphanelerde ilâve kaynaklar bulur, gerçek hayattan örneklerle dersini anlaşılır kılar. Bu çabasının sonucunu da, ABD’de sömestr sonunda yapılan ve bu sefer öğrencinin hocayı değerlendirmeye tabi tuttuğu demokratik bir uygulamada alır. Türkiye’de tartışmalara sebep olan sistem, ABD’de devlet üniversitelerinde dahi yıllardır uygulanmaktadır. Çünkü orada, öğrenciyi müşteri gibi gören üniversite, öğrenci tarafından sevilmeyen veya kalitesi düşük hocaların kendisine ‘müşteri’ kaybettireceği korkusunu yaşamaktadır. Amerikan sisteminde bir üniversitenin öğrenci kaybetmesi durumunda, Çengel’in ifade ettiği gibi, üniversite kapısına kilit vurmak zorunda kalır. Rektöre de hesap vermek düşer. Bu durumda Türkiye için YÖK’ün kulakları çınlasın demekten başka diyecek bir şey yok!

Sınavda hocaların öğrenci ile teması, derse hakimiyeti, anlatma kabiliyeti gibi özellikler öğrenciler tarafından not verilerek değerlendiriliyor. İlgili bölüm sekreterinin yürüttüğü işlemin neticeleri hocalara da bildiriliyor ve sonuca göre herkes kendisine çekidüzen veriyor. İşte, Yunus Çengel de, henüz daha doktora öğrencisi olmasına rağmen verdiği dersler nedeniyle sömestr sonunda değerlendirmeye tabi tutulduğunda, öğrencilerin oylarıyla “Karno” adı verilen mükemmellik ödülünü, bölüm tarihinde Dr. unvanı almadan kazanan ilk kişi olur. Sömestr sonunda öğrenciler tarafından yapılan değerlendirmede sorulan sorulardan biri de ders kitabı ile ilgilidir. Yunus Çengel’in kendi bölümü ile ilgili yapılan en önemli ve değişmeyen eleştiri ise “Hoca harika ama kitap rezil” olmaktadır. Prof. Çengel, öğrencinin rahat anlayabileceği şekilde bolca malzeme toplayıp dersini öyle yaptığından, sonunda elinde oldukça geniş bir kaynak biriktiğini fark eder. Hemen dört bölüm yazıp iki yayınevine gönderir. Yayınevleri de uzman kişilerden “termodinamik dersi böyle anlatılmalı” raporu karşısında onun kitabını basma yarışına girer: “İnisiyatif kullanmak burada önemli işte. Mesela 25 yaşına gelinceye kadar bizim haddimize mi düşmüş, onca yıllık hocaların yazdığı bir kitabı beğenmeyip sorgulamak diye düşünürdüm. Baktım ki mastırını bitirmiş birisi olarak onlardan daha iyisini yapabiliyoruz. Bu bana müthiş bir özgüven verdi. Dönüm noktası oldu benim için.”

7 dile çevrilen ders kitabı

Sonuçta Çengel’in McGraw-Hill tarafından 1989’da basılan Mühendislik Yaklaşımı ile Termodinamik kitabı, sahasında piyasadaki kemikleşmiş kitaplardan daha fazla ilgi uyandırır ve yedi dile çevrilerek uluslararası bir başarı yakalar: “Kitap şu anda ABD’de ve dünyada bir numara. Benim felsefem şuydu. Ders kitapları öğrenciler içindir, hoca için değil. Bunun için bayağı bir ilgi gördü. Ve bu da şu intibaı verdi. Türkiye’den çıkan birisi kendi konusunda dünyada lider olabiliyor. Karamsarlığa hiç gerek yok. Yeter ki düzgün prensipler edinilsin, sebat edilsin ve de mükemmellikten taviz verilmesin.”

1984’te doktorasını bitiren Çengel, mezun olduğu okul değil de Nevada Üniversitesi’nde göreve başlar. Çünkü Amerika’da önemli bir anlayış da üniversitelerin kendi mezunlarını hoca olarak barındırmamalarıdır. Çengel, bunun altında yatan sebebi şöyle açıklıyor: “Birincisi, üniversiteye yeni fikirler gelsin amacı güdülür. Ayrıca, doktorada mezun olmuş öğrencisi başka üniversitelerde hoca olarak işe alınırsa, bizim ürünümüz demek ki para ediyor diye düşünülmektedir.”

1985’ten 2002’ye kadar Nevada Üniversitesi’nde ders veren Yunus Çengel, Amerikan üniversitelerinde yaygın olan her 6 yılda 1 sene ücretli izin hakkını da kitap yazmak üzere kullanır. Uygulamanın amacı, hocanın çalışmaları varsa, hocayı yüklerinden arındırmak, yoksa, kendisini yenileyip tazelenmesini sağlayacak süreyi ona temin etmektir.

2002’de, istediği zaman ders verme hakkı baki kalmak üzere Nevada Üniversitesi’nden emekli olan ve çocuklarının İslam ve Türk kültüründen uzak kalmaması için Türkiye’ye dönen Çengel, şimdilerde hem Elmas Teorisi üzerine, hem de yazmış olduğu Termodinamik ve Isı Transferine Giriş, Isı Transferi: Pratik Bir Yaklaşım, Isıl-Akışkan Bilimlerin Esasları ve Akışkanlar Mekaniği adlı kitaplarının yeni baskıları üzerinde çalışmakla meşgul.

ASME (Amerikan Makine Mühendisleri Birliği) ve ASEE’nin (Amerikan Mühendislik Eğitimi Birliği) üyesi olan Yunus Çengel’in asıl ilgi alanı enerji. Mükemmel Mühendislik Kitabı Yazımı nedeniyle ASEE tarafından verilen Seçkin Yazar Ödülü’nü 1992 ve 2000 yıllarında alan ve bu ödülü tarihinde iki kez kazanan tek kişi olan Çengel, Enerji Bakanlığı’nın rakamları ile Türkiye’nin enerjide nerede ise dörtte üçünün dışa bağımlı olduğunu, halbuki iç kaynakların harekete geçirilmesi ile bunun çok rahat karşılanabileceğini söylüyor. Enerji Bakanlığı’nın gündeminde yer alan 4-5 nükleer santral yapımına harcanacak meblağın 10 milyar doları bulacağını, aslında buna hiç gerek olmadığını, çünkü Türkiye’nin alternatif ve yenilenebilir doğal enerji kaynaklarına sahip olduğunu ifade ediyor.

2004 rakamları ile Türkiye’nin kullandığı elektrik miktarı 150 milyar kw/saat. Buna rağmen kurulu gücü ancak 37 bin MG (mega watt). Çengel, Türkiye’nin kömür kaynaklarının sonsuz denecek kadar fazla olduğunu, kirliliği sebebiyle onu göz ardı etsek dahi, Türkiye’de kullanılmayan hidrolik enerji ile bile tüm bu ihtiyacın karşılanabileceğini söylüyor. Üstelik bunlar Enerji Bakanlığı’nın bildiği ve etüdünü yaptığı veriler. Yunus Çengel, bunların dışında, Türkiye’de hiç kullanılmayan 4 bin 500 MG gücünde jeotermal enerji kaynağı da bulunduğunu, keza, 83 bin Kw/saat rüzgar enerjisinin bile Türkiye’nin ürettiği 37 bin mega watt rakamını çok rahat karşılayabileceğini hatırlatıyor. Sonra kayıp-kaçak oranı dünyada ortalama yüzde 8’ler civarında iken Türkiye’de yüzde 22. Bunun yarıya indirilmesi halinde dahi 4 bin mega watt enerjinin elde kalacağını söyleyen Çengel, böylece 10 milyar dolar harcanarak elde edilmesi planlanan 5 bin MG enerji üretecek nükleer santrale ihtiyaç duyulmayacağını söylüyor.

Pek bilinmeyen enerji çeşidi: Tasarruf

Yunus Hoca’nın dikkatimize sunduğu önemli bir enerji kaynağı daha var. ‘Keşfedilmeyi bekleyen tükenmez enerji kaynağı’ olarak sunduğu, Türk halkının pek bilmediği bu enerji çeşidi de tasarruf. Çengel, 1970’lerde Arap ülkelerinin uyguladığı petrol ambargosu sayesinde Amerikalıların tasarrufu öğrendiğini anlatarak, Amerika’nın, eğer o tasarruf tedbirlerini almasa idi bugün kullandığı enerjinin yüzde 80 daha fazlasını kullanacağını söylüyor. Tasarruf sonucunda Amerika’da inşaatına başlanan 107 bin megawat kapasiteli 97 nükleer santral yapımı da iptal edilmiş. Türkiye ise ABD’nin 1970’lerde yaptığı hatayı tekrarlamak üzere.

Peki tasarruf nasıl yapılıyor? Önce ev ve işyerlerinde kullanılan ve Avrupa ve Amerika verilerine göre Türkiye’de 2-3 kat daha fazla olan metrekare başına enerji kullanımı yarıya düşürülebilir. Bunun için önce tasarruf ampulleri kullanmakla işe başlamak gerekiyor. Sonraki ve en önemli tasarruf kaynağı izolasyon. ABD’de tüm duvarlar izolasyonlu olmak durumunda. Yoksa belediye inşaata izin vermiyor. ABD’nin izolasyondan yıllık tasarrufu 177 milyar dolar. Türkiye’de çift cam kullanımına geçilmesinin dahi önemli bir tasarruf sağladığını söyleyen Çengel, burada halkı uyarma ve bilgilendirme konusunda üniversiteleri de göreve çağırıyor ve bir seferberlik başlatılmasının şart olduğunu vurguluyor.

Son sözü yine Türkiye’de okuyup ABD’de doktora yapan ve akademik hayatında başarılara imza atan, Elmas Teorisi’ni geliştiren Türk profesör Çengel’e bırakalım: “Türkiye’de bence en büyük israf beyin gücü israfı. Bunu önlemenin de yolu istişareyi esas almak, gerçek demokrasiyi tesis etmek. Türkiye’de saltanatın yıkılması lazım. Ruhu hâlâ Türkiye’ye hükmediyor. O yüzden bu AB süreci çok önemli. Bu süreçte biz demokrat olmayı öğreneceğiz. Sonra Türkiye kendi beyin gücünü keşfedecek.”

Aksiyon

Prof. Dr. Yunus Çengel'in geçtiğimiz ay Sivas Gökmedrese'de verdiği konferansın sunusunu indirmek için tıklayın. Yakında inşallah konferansı mp3 formatında burada bulacaksınız...

http://www.dailymotion.com/video/xfcnh1_mucize-ve-fizik-kanunlary-prof-dr-yunus-cengel-1_news

Cuma, 18 Kasım 2011 01:21

Behram Kurşunoğlu

Genelleştirilmiş izafiyet teorisini ortaya atan kişi

Miami Üniversitesi’nin prestijli Teorik Fizik Araştırma Merkezi’ni kurmuş olan Behram N. Kurşunoğlu, 1965 yılında emekliye ayıldığı Carl Gables’deki merkezde 1992 yılına kadar doktora sonrası çalışmalar düzenleyerek bilim adamları eğitmiş ve fikir alışverişinde bulunmak üzere dönem dönem merkeze gelen bilimcilere bir forum oluşturmuştur. Merkezin yürütülmesine ardım etmiş olan emekli fizik profesörü Dr. Arnodl Perlmutter’in ifadesine göre merkeze çalışmaya gelen bilim adamlarının 35’i Nobel ödülü almıştı.


Behram Kurşunoğlu, Ankara Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra, İngiltere’ye yerleşmiş ve eğitimine burada devam etmiştir. Miami Üniversitesi Teorik Fizik Araştırma Merkezi’ni (Center for Theorical Studies) ve Global Foundation adlı enstitüyü kuran Prof. Behram Kurşunoğlu, kuantum fiziği konusunda yaptığı araştırmalarla özellikle genelleştirilmiş izafiyet teorisi’ni ortaya atan kişi olarak tüm dünyaca tanınmaktaydı. Prof. Behram Kurşunoğlu, TAEK in kuru üyelerindendi. Prof. Behram Kurşunoğlu aynı zamanda Genel Kurmay Başkanlığı yapmış, bir dönem Birleşmiş Komisyon’da çalışmıştır


Miami Üniversitesi’nin prestijli Teorik Fizik Araştırma Merkezi’ni kurmuş olan Behram N. Kurşunoğlu, 25 Ekim 2003’te Florida’nın Coral Gables beldesinde arkadaşları ve sevgili eşiyle öğlen yemeği yerken aniden kalp krizi geçirmiş ve aramızdan ayrılmıştır. Vefatından iki gün sonra yapılan cenaze törenine Miami Üniversitesi’nin önemli yöneticileri ve sağlığında da kendisini bırakmamış vefakâr dostları katılmış, aynı gün Miami Üniversitesi’nde bayraklar yarıya indirilmiştir.


1965 yılında emekliye ayrıldığı 1992 yılına kadar Coral Gables’deki merkezde doktora sonrası çalışmalar düzenleyerek bilim adamları eğitmiş ve fikir alışverişinde bulunmak üzere dönem dönem merkeze gelen bilimcilere bir forum oluşturmuştur. Merkezin yürütülmesine ardım etmiş olan emekli fizik profesörü Dr. Arnodl Perlmutter’in ifadesine göre merkeze çalışmaya gelen bilim adamlarının 35’i Nobel ödülü almıştı. Dr. Perlmutter’e göre J. Robert Oppenheimer, merkezi ilk ziyaret eden ve akademik şöhretinin yayılmasına yardım eden fizikçilerden biri olmuştur. Teori merkezinde düzenlenen toplantılar, Orbis Scientiae adıyla biliniyordu.



Behram Kurşunğlu 31, Einstein 74 yaşındaydı.



1922 yılında Çankaya’da doğmuş olan Kurşunoğlu, eğitimini Ankara ve Edinburgh Üniversiteleri’nden sonra Cambridge’de aldı. 2. Dünya Savaşı sırasında öğrencilik yıllarında Nejat Veziroğlu ile tanışan Kurşunoğlu, Prof. Veziroğlu’nun 1962’de Miami Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Bölümü’ne Asosye Profesör olarak atanmasında önemli rol oynamıştır. Dönemin rektörü Dr. Stanford üniversite içinde ve diğer konuşmalarında “Amerika Türk müttefikine Marşal Planı adı altında büyük parasal yardım yapmaktadır, fakat Türkiye Amerika’ya daha büyük yardım yapıyor. Bu da Dr. Kurşunoğlu ve Dr. Veziroğlu gibi beyinlerdir.”demiştir. Dr. Stanford bu iki Türk profesörünün Miami Üniversitesi’nde ve uluslar arası arenadaki başarılarından dolayı soyadına “oğlu” ifadesini ekleyerek “Miami Üniversitesi’nde üç Türk var: Kurşunoğlu, Veziroğlu, Stanfordoğlu” demiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarında başlayan ve yıllar içinde giderek Kurşunoğlu ve Veziroğlu’nun dostlukları, Behram Bey’in son yolculuğuna kadar sürmüş ve sonrada eşi ve çocuklarıyla devam etmiştir. 1940’ların sonuna doğru Cambridge’deki doktora çalışması sırasında Albert Einstein ile mektuplaşmaya başlayan Kurşunoğlu, ona bir kahraman gözüyle bakıyordu. 1953 yılında, Cornell Üniversitesi’nde görev aldığı sıralarda Einstein’ı Princeton’daki evinde ziyaret edebilmişti. Kurşunoğlu, bu buluşma sırasında 2 saat süreyle tartıştıkları konuları 2002 yılında Miami Herald gazetesine yazmıştı.


1970’lerin ortasında Global Foundation adlı ikinci bir araştırma merkezi kurmuştur. Emekliye ayrılana kadar Orbis Scientiae toplantılarını bu merkezde yapmıştır.


Kurşunoğlu, Teori Merkezi’ndeki çalışmalarının yanı sıra, bilim adamlarının uzun zamandır peşinde koştukları Birleşik Alan Teorisi’ni geliştirmekle uğraşıyordu; bu teori bütün doğa kuvvetlerinin anlaşılmasına yarayacaktı. Kurşunoğlu, daha sonraki yıllarda çekirdek enerjisi konuları ile ilgilenmişti.



Prof. Kurşunoğlu çekirdek enerjisi konuları ile de ilgilenmişti.



Dr. Kurşunoğlu çok sayıda kitap yazmıştır. Bunlardan en önemlileri Modern Quantum Theory ve Büyük Bir Fizikçiyi Anımsarken: Paul Adrien Maurice Dirac.


Ölümünden yaklaşık bir ay kadar önce Behram Bey hayatını dünyadaki tüm bilim adamlarına kalıcı bir eser bırakmak kaygısı ile İngilizce olarak yazdığı kitabı yayına hazır hale getirmiş, fakat ani ölümünden dolayı bu kitap henüz yayınlanmamıştır. Umuyoruz ki bu değerli eser, sevenleri tarafından bilim dünyasına kazandırılır.


Prof. Kurşunoğlu’nun eşi Sevda, kızları Dr. Sevil Kurşunoğlu ve Ayda Weiss ile oğlu Dr. İsmet Kurşunoğlu ABD’de yaşamaktadırlar.







“Otur oturduğun yerde Edward Teller!”


Prof. Dr. Tolga Yarman


( Işık Üniversitesi)




Behram Kurşunoğlu ile 1977’de Dünya Enerji Konferansı’nın Genel Raportörlüğü görevim uzantısında tanıştım. İlginç düşünceleri vardı. Fizikçi idi, ama özellikle nükleer reaktör kazaları, dolayısıyla nükleer güvenliğe, o arada genel enerji sorunlarına kafa yoruyordu. Beni bir yıl sonra Miami’de düzenlediği “Dünya Enerji Meseleleri” temalı bir toplantıya davet etti. Bu toplantıda birçok tanınmış, Nobel Ödüllü bilim adamı ile tanışma şansım oldu. Paul Dirac, Nikolay Basov, onun yardımcısı (Nobel Ödülünün eşdeğeri olarak tasnif edilen Lenin Ödülü sahibi, şimdilerde yetmişlerinin ortalarında olan) Vladislav Rozanov, Hans Bethe, Hoffstatter gibi isimler bunların arasındaydı. Erdal Hoca’nın (İnönü) hocası Profesör Wigner’i de, eğer programlanmış olduğu gibi toplantıya gelebilse tanıma şansım olacaktı. Ne yazık ki onunla hiç karşılaşamadım…

Behram Hoca’nın daveti uzantısında, Miami’de, hidrojen bombasının babası olarak bilinen Macar asıllı Edward Teller’le de tanıştım. Teller, şüphe yok çok etkileyici biriydi; kalının kalını kasları, karizmanın dekoru gibiydi. Atom bombasının babası Oppenheimer’i, siyasi ihtiraslarıyla daraltmayı beceren Teller’le tanışmıştım.

Toplantının akşam yemeğinde Behram Hoca’nın Teller’e dönüp “Sen benim yanımda bir defa konuşmazsın, çünkü (onun Macar asıllı olmasını kastederek) yüzyıllar süren Osmanlı işgalinin psikolojisinden kurtulmuş olman mümkün değil, otur oturduğun yerde!”, diye ona benzersiz bir tuluatla yüklenmesi, başta Edward Teller, herkesi kahkahaya boğduydu.
Cuma, 18 Kasım 2011 01:20

Oktay Sinanoğlu

Oktay Sinanoğlu; dünyanın en genç yaşta profesör olmuş kişisi ve Nobel adayı.
1953 yılında Ankara’da TED’in Yenişehir Lisesini birincilikle bitirdi. O zaman lisenin eğitim dili tamamen Türkçe’ydi, takviyeli yabancı dil dersleri vardı, sonradan kolej oldu.
TED tarafından Amerika’ya burslu Kimya Mühendisliği için gönderildi.

Perşembe, 17 Kasım 2011 21:10

Karikatürler

Bilgisayar Terimleri Osmanlıcaya Uyarlamışlar...




 

 








Geç bitmesinin hiç sorun olmayacağı tek yeni ürün tasarım ve geliştirme projesi






























Graham Bell cep telefonu da icat etmiş miydi? Yeni bir ürün geliştirmenin ilk safhalarında üründen istenen teknik özellikler ve ihtiyaçlar belirlenirken çok dikkatli olunmalıdır. Ürünü kullanma potansiyeli olan birçok kişi arasında yapılacak anket veya görüş alışverleri çok faydalı olacaktır. Aksi halde konuya uzak bir yakınınızın görüşleri uzun vadede büyük hatalara sebep olabilir! :)


















Otomatik sakal traş makinesi. Not: Aynı makine ense traşı için de kullanılabilir




Otomatik burun silme makinası. Hayal gücüne pes doğrusu....





Uyurken bile çalışabilen otomatik egzersiz makinesi





Kendinden sandalyeli kot pantolon




3000 yılında siz çantayı taşımayacaksınız, çanta sizi taşıyacak!





Ramazan'da kimler namaza başladı!!!





Newton Türk olsaydı:

 

 

PARANIZ YOKSA ATATÜRK BİLE SİZE BAKMAZ:

Perşembe, 17 Kasım 2011 17:43

YGS- LYS Fizik Müfredatı

 

 

 

SINAVLAR

CEVAPLANACAK TESTLER

SORU SAYILARI

SÜRE

YGS

Türkçe

40

160

Temel Matematik

40

Fen Bilimleri (Fizik, Kimya, Biyoloji)

40

Sosyal Bilimler (Tarih,Inkılap Tarihi, Coğrafya,Felsefe)

40

LYS1

Matematik

50

75

Geometri + Analitik Geometri

22 + 8

45

LYS2

Fizik

30

45

Kimya

30

45

Biyoloji

30

45

LYS 3

Türk dili ( Dil ve Anlatım) ve Edebiyatı

56

85

Coğrafya 1

24

35

LYS 4

Tarih

44

65

Coğrafya-2

16

25

Felsefe Grubu

30

45

Psikoloji

10

 

Sosyoloji

10

 

Mantık

10

 

LYS 5

Yabancı Dil

80

120

Kelime Bilgisi ve Dil Bilgisi

20

Çeviri

12

Okuduğunu Anlama

48





 

 

Perşembe, 17 Kasım 2011 16:58

Kuzey ışıkları güneye indi

Normalde kutba yakın bölgelerde görülen atmosferik ışık olaylarının daha güneyde rastlanması bilimcileri şaşırttı. Kuvvetli bir elektrik fırtınasının ardından olağandışı biçimde güneye inen kuzey ışıkları (aurora), NASA’ya bağlı gözlemcileri şaşırttı.

Perşembe, 17 Kasım 2011 16:06

YGS ve LYS sorularının genel özellikleri

ÖSYM, bu sene dördünce kez YGS ve LYS sistemiyle öğrenci seçecek, değerlendirecek ve puanlarına göre uygun bir yükseköğretim programlarına yerleştirecek.

Bundan önce yapılan  sınavlarla ilgili değerlendirmede soruların bir kısmının kolay, bir kısmının ise zor geldiği belirtildi. Söz konusu soruların zorluğu ya da kolaylığı neye göre belirleniyor? Öğrenciler çok çalıştıkları halde bazı soruları yapmakta neden zorlanıyorlar? , ÖSYM öğrencilerde daha çok hangi düzey hedef davranışları ölçmek istiyor? , soruların kolay ya da zorluğu hangi kriterlere göre diye belirleniyor?

ÖSYM, YÖK’e bağlı bir merkezi bir kuruluş olup Türkiye’de soru hazırlama ve değerlendirme sürecinde önemli bir yere sahiptir. Elbette kurum ve kuruluşlara hazırladıkları sorular da bir takım bilimsel verilere göre olmaktadır. Bu bağlamda bilinen ise hedef davranış belirleme ve değerlendirme sürecinde eğitimci B.Bloom’un bilişsel taksonomisidir. Her ne kadar Krathwohl ve ekibi 2001 yılında bilişsel alan taksonomisini yeniden düzenlemiş olsalar da öğrencilere kazandırılacak bilişsel hedefler ve dolayısıyla kazanımların değerlendirilmesi de 6 basamakta olmaktadır. Soruların ölçtüğü bilgi düzeylerini kavramak, bir öğrencinin “ben neden başarılı olamıyorum” sorusuna cevap bulması bakımından önemlidir. Bu basamaklara yönelik hazırlanan soruların içeriğini bilmek hem öğretmenlere hem de öğrencilere YGS ve LYS’ye hazırlık sürecinde önemli rehber olacaktır.

Soruların zorluk dereceleri birbirinden farklıdır.

ÖSYM tarafından hazırlanan sorular öğrencilerin daha önce öğrendikleri bilgilerin hatırlanmasıyla başlayıp, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme becerisini ölçmeyi yöneliktir. Bilgi basamağından değerlendirme basamağına doğru çıkıldıkça ölçülen bilgi düzeyi karmaşıklaşır. Üst düzey düşünme becerileri isteyen soruların çözümü daha uzun ve yoğun bir çabayı gerektirir. Öğrenciler çalışmaya ve öğrenmeye başladıkça konuyla ilgili daha ileri bir bilgi seviyesine ulaşacak ve daha yüksek düşünmeyi gerektiren soruları yapmaya hazır hale geleceklerdir.

Öğrenme süreci, çok katlı bir binaya çıkıyor gibi düşünülebilir.

Öğrenme süreci, çok katlı bir binaya çıkıyor gibi düşünülebilir. Katlara çıkabilmek için öncelikle binaya girmek ve ilk kata çıkmak gerekecektir. İkinci ve üçüncü kata çıkmadan dördüncü kata çıkmak zor olacaktır. İşte öğrenme de tıpkı bunun gibi bir özelliğe sahiptir. Bazı bilgiler sadece birinci katı çıkmanın anahtarıdır; onunla dördüncü ya da beşinci kata çıkılamamaktadır. Yapılması gereken her katın gerektiği donanımlara sahip olabilmektir. Bellekteki bilgiler artıkça, o konuyla, ilgili, daha zor ve karmaşık sorular çözülecektir.

ÖSYM sorularının ölçmeyi amaçladığı hedef davranışlar altı basamaklıdır.

1. Basamak: Bilgi Düzeyi

Bilgi düzeyi basamağı, daha ileri düzeydeki bilgileri kavrama, uygulama, analiz etme, sentezleme ve değerlendirme basamaklarına temel oluşturma niteliğindedir. Burada öğrencinin sahip olduğu bilgiyi kullanması istenmez, sadece öğrenildiği şekilde hatırlanması ve tanınması istenir. Bilgi düzeyindeki sorularla adayın hatırlama gücü ölçülür. Bu tür bilgilerin (terim, tanımlar, olaylar, olgular, ilkeler, formüller, kuramlar v. b.) hatırlanabilmesi için ezberlenmesi gereklidir. Bilgi düzeyindeki bir soruya cevap verebilmesi için öğrencinin daha önce öğrendiklerini hatırlaması gerekir. Bir bilginin aynen hatırlanması birçok nedenden dolayı önemlidir. Bilgi veya hafıza düzeyi diğer tüm düşünme düzeylerin başlangıcı olduğundan dolayı kritik bir yapıya sahiptir.

Bilgi basamağı soruların zorlukları

ÖSYM daha çok LYS’lerde bilgi basamağında soru sormaktadır. Bu düzeye ait soruların dezavantajı hızlı bir şekilde unutulmalarıdır. Bu tür soruların bir konu ile ilgili derinlemesine olmayan kaba bilgileri ölçmesi ayrı bir dezavantajıdır.

Bilgi basamağı sorulardaki temel süreçler

Bilgi basamağındaki sorular, tanıma ve hatırlama süreçlerini içerir.

Örneğin,

Hem karada hem suda yaşayan canlılara ait bir şemada kurbağaları tanıyınız

Tanzimat Dönemi şairlerinden üçünün ismini söyleyiniz

Karbondioksidin kimyasal formülünü hatırlayınız, türü sorular bilgi basamağına yöneliktir.

2. Basamak: Kavrama Düzeyi

Kavrama düzey soruları, öğrencilerin öğrendikleri materyalleri organize edip düzenlemelerini sağlayacak kadar öğrenmiş olmalarını gerektirir. Öğrenciler öğrendikleriyle ilgili    ırmalar yapmak için kullanabilmelidir. Kavrama becerisini ölçen bir soruda, bilginin derste ya da ders kitabındaki haliyle öğrenilmesi öğrencinin işine yaramaz. Kavrama basamağında öğrenciden istenen; bilgiyi farklı bir biçimde ifade etmesi ya da farklı şekillerde ifade edilen bilgileri tanımasıdır.

Kavrama basamağı soruların zorlukları,

Öğrencinin kavrama basamağındaki bir soruyu cevaplayabilmesi için hatırlamadan daha ileri olan bir düşünme seviyesine geçmesi gerekir. Bu tür sorularda öğrenci soruyu çözebilmesi için kendisinden bir şeyler katması gerekir.

Kavrama basamağı sorulardaki temel süreçler

Buna yönelik kavrama basmağını türü sorular,  başka şekillerde ifade etme,  listeleme, düşünceyi gerçekten ayırt etme isimlendirme, saptama, gösterme, anlama, hatırlama, eşleştirme, tanımlama, sınıflandırma, yerleştirme, taslak haline getirme ve örnek verme süreçlerini içerir.

Örneğin,

Sayıları tek ve çift olarak sınıflandırınız

Hava basıncının havayı nasıl etkilediğini açıklayan bir şema çiziniz

Kalbin pompaya nasıl benzediğini açıklayınız, türü sorular kavrama basamağına yöneliktir.

3. Basamak: Uygulama Düzeyi

Uygulama basamağındaki sorular genel olarak hem YGS hem de LYS türü sınavlarda soru gelmektedir. Uygulama basamağı öğrencinin daha önceden öğrendiği bir bilgiyi yeni durumlara uygulayıp uygulayamadığını ölçen sorulardır. Bu tür sorularda adaylardan bilgiyi kendisi için yeni olan durumlara uygulamaları istenir.

Uygulama düzeyi sorular için konular arası bağlantıları görmek gerekir.

Bu düzeydeki bir davranışı öğrencinin gösterebilmesi için, öncelikle soruda yeni durumun tanınması gereklidir. Daha sonra da bu yeni durumun hangi ilke, kavram ya da teori ile ilişkisinin olduğunu anlamaya çalışılmalıdır. Öğrencilere uygulama basamağındaki soruların yapılabilmesi bilgi ve kavrama düzeylerinin aşılmış olması gerekir.

Uygulama basamağına yönelik farklı türden soru çözmek gerekir.

Öğrencinin sınavda sorunun benzeri çıkmış ve doğru sonuca ulaşmışsa sorunun öğrencide ölçtüğü beceri uygulama becerisi değil, tanıma ve hatırlamayı ölçen bilgi basamağıdır. Bundan dolayı sınava hazırlanan bir aday, uygulama becerisini ölçen sorulara karşı hazırlıklı olmalı ve farklı türden soru tiplerini de çözmelidir.

Uygulama basamağı sorulardaki temel süreçler,

Uygulama basamağına yönelik YGS ve LYS’ de gelen sorular, sınıflandırma, değiştirme, eyleme geçirme, sunma, hesap etme, yürütme, çözme, resimleme, hesaplama, yorumlama, manipüle etme, kestirme, gösterme süreçlerini içerir.

Örneğin,

İki basamaklı sayılar için bir sütun ekleyiniz

Yabancı dilde bir parçayı sözel olarak okuyunuz

Çevrenizdeki bitkilerin ve hayvanların birbirlerini etkileme şekillerini gösteren bir şema çizin, türü sorular uygulama basamağına yöneliktir.

4. Basamak: Analiz Düzeyi

Analiz soruları öğrencilerin kritik düşünme becerilerini geliştirdikleri için oldukça önemlidirler. Analiz basamağı bir bilgi bütününün parçalarına ayrılarak, bu öğeler arasındaki ilişkilerin birbirinden ayrılmasına yönelik soruları içeriri. Analiz soruları öğrencilerin kritik ve derinlemesine düşünmelerini gerektiren yüksek dereceli sorulardır. Öğrenciler uygun bilgileri değerlendirip ve analiz ederek bu bilgilere bağlı olan sonuca ve genellemeye varırlar. Öğrencilerden sınav sürecinde bir sonucu veya genellemeyi analiz ederek onu destekleyen veya ret eden kanıtları bulmaları istenir. Analiz basamağına yönelik daha çok LYS’ de soru gelmektedir.

Analiz basamağına soruların çözümü fazla zaman gerektirir.

Birçok farklı cevabın mümkün olması ve cevaplanabilmeleri için fazla süre gerektirmeleri analiz sorularının yüksek dereceli sorular olduklarının bir göstergesidir.

Analiz basamağı sorulardaki temel süreçler,

Analiz basamağına yönelik sorular zıtlıkları belirleme, karşılaştırma, kategorize etme, taslak halinde anlatma, bağlantı kurma, analiz etme, düzenleme, sonuç çıkarma, seçme, atfetme türü sorular sorma süreçlerini içerir.

Örneğin,

Yukarıdaki parçada geçen karakterinmotivasyonunuaşağıdakilerden hangisinde ifade edilmiştir?

Yukarıdaki verilere göre oluşturulacak en uygun hipotez aşağıdakilerden hangisidir, türü sorular analiz basamağına yöneliktir.

5. Basamak: Sentez Düzeyi

Sentez gücünü ölçen sorularda, belli bir amaç için uygun olan parçaları uygun olmayanlardan ayırarak bir bütün oluşturma becerisi ölçülmektedir. Sentez türü sorular üst düzey düşünme becerisi gerektirdiğinden dolayı daha çok açık uçlu sorulardan oluşan sınavlarda sorulmaktadır. Bu tür sorularla öğrencilerin orijinal ve yaratıcı düşünmelerini belirlenir. Sentez soruları öğrencilerin ürünler, desenler ve fikirler ortaya çıkarmalarını gerektirir

Sentez basamağı soruları yüksek düşünmeyi gerektirmektedir.

Sentez türü sorular; tartışma, planlama, yeniden yapılandırma gibi süreçler içerdiğinden dolayı daha çok açık uçlu soruları gerekli kılmaktadır. Bu tür sorular ileride yapılması düşünülen ÖSYS’ de sorulması düşünülmektedir.

Sentez basamağı sorulardaki temel süreçler

Sentez basamağına yönelik tartışma, planlama, karşılaştırma, yaratma, yapılandırma, yeniden düzenleme, hazırlama, organize etme, tasarım yapma, hipotez bulma, destekleme, rapor çıkarma, toplama, uyarlama ve geliştirmedir.

Örneğin,

Bitkilerin niçin güneş ışığına ihtiyaç duyduklarını açıklamak için çeşitli bilimsel hipotezler üretin.

Ahmet Haşim’in şiir konusundaki görüşleriyle ilgili bir araştırma ödevinin taslağını oluşturun.

Bir müttefik ya da birlik askerinin bakış açısıyla bir günlük yazın.

Okuduğunuz bir romanın bir bölümüne dayanarak, bir oyun sergileyin, türü sorular sentez basamağına yöneliktir.

6. Basamak: Değerlendirme Düzeyi

Değerlendirmeye yönelik sorular sentez basamağından sonraki süreçleri içerir. Değerlendirme üst düzey düşünmeyi gerektirdiğinden dolayı ÖSYM ‘de bu tür soru sorulması zordur. Çünkü bu tür sorular, yeniden meydana getirme, yeniden düzenleme, hazırlama, tasarım yapma hipotez bulma desteklemedir. Değerlendirme becerisini ölçen soruları doğru olarak yapabilmek için bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme becerilerini içerir. Örneğin,

Akranlara düzen ve iddiaların mantığı konusunda geribildirim veren bir yazma grubuna katılın.

Karmaşık bir matematik problemini çözmek için en iyi metodu seçin.

Astrolojinin lehinde ve aleyhinde olan iddiaların geçerliliğine yönelik yargılarda bulunuz, türü sorular değerlendirme basamağına yöneliktir.

*Fem Yayın Merkezi Rehberlik Koordinatörü

Perşembe, 17 Kasım 2011 11:38

Gizemli bir gök cismi keşfedildi

Güneş Sistemi'nden binlerce ışık yılı uzakta üç yeni gezegen ve gizemli bir gök cisminin keşfedildiği bildirildi.